Morlar süsler her bahar
Dumanlı dağların berisindeki
Şehrin boğazının iki yakasını...
Morlar gelince şehre, içine akar
O erguvanların mis kokusu...
Morlar alır seni çok uzaklara götürür.
Dönüp bakarsın dumanlı dağlara.
Susarsın hatırlayınca arkasındakileri.
O an tekrar bakarsın o morlara.
Sonunda ise hep susarsın...
Hep susarsın...
Susarsın...
29 Nisan 2010 Perşembe
17 Nisan 2010 Cumartesi
Susmak Gerekir...
Görmek gerekir mi her zaman gerçekleri?
Peki, bilmeden yaşamak gerekseydi.
Anlamasaydık birbirimizi hiç bir zaman.
Kendi kendimize yeter miydi bu dünya?
Belki daha mı az ağlardı bu şarkılar?
Ya da olur muydu bu güzelim şarkılar?
Hatta susmak gerekseydi bağırırken.
Peki, bağırmak gerekirse susarken,
Vurmasa o sert cisimler yer yüzüne!
Kırmasak o mavi renkli devi.
Boşver söylediklerimi,
Önce kırmasaydık kendimizi.
Hatta susmak gerekir bağırırken.
Bilmemek gerekir gözleri ağlarken.
Düşünmemek en güzeli belki...
Kurtulması gereken bir yeryüzü varken.
Peki, bilmeden yaşamak gerekseydi.
Anlamasaydık birbirimizi hiç bir zaman.
Kendi kendimize yeter miydi bu dünya?
Belki daha mı az ağlardı bu şarkılar?
Ya da olur muydu bu güzelim şarkılar?
Hatta susmak gerekseydi bağırırken.
Peki, bağırmak gerekirse susarken,
Vurmasa o sert cisimler yer yüzüne!
Kırmasak o mavi renkli devi.
Boşver söylediklerimi,
Önce kırmasaydık kendimizi.
Hatta susmak gerekir bağırırken.
Bilmemek gerekir gözleri ağlarken.
Düşünmemek en güzeli belki...
Kurtulması gereken bir yeryüzü varken.
16 Nisan 2010 Cuma
Seni Yaşamak [Behçet Necatigil]
Seni her özlediğimde sevgilim,
Gökyüzüne bakıyorum;
Göğün mavisinde gözlerini görüyorum çünkü.
Seni her özlediğimde bir tanem,
Denizlere bakıyorum.
Ufuğa bakınca mucizeni görüyorum çünkü.
Seni her özlediğimde bir tanem,
Kuşlara bakıyorum.
O kanatlardaki özgürlüğünü görüyorum çünkü.
Ve aşkım, seni her özlediğimde,
Adında isyan ediyorum.
Seni özlemek istemiyorum ben,
Ben seni yaşamak istiyorum,
Seni her özlediğimde sana bakmak istiyorum
Ve seni sende görmek sadece
Gökyüzüne bakıyorum;
Göğün mavisinde gözlerini görüyorum çünkü.
Seni her özlediğimde bir tanem,
Denizlere bakıyorum.
Ufuğa bakınca mucizeni görüyorum çünkü.
Seni her özlediğimde bir tanem,
Kuşlara bakıyorum.
O kanatlardaki özgürlüğünü görüyorum çünkü.
Ve aşkım, seni her özlediğimde,
Adında isyan ediyorum.
Seni özlemek istemiyorum ben,
Ben seni yaşamak istiyorum,
Seni her özlediğimde sana bakmak istiyorum
Ve seni sende görmek sadece
8 Nisan 2010 Perşembe
Sana Giden Yollar Kapalı - Cemal Süreyya
Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli
Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki
Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği
Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki
Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini
Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri
Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…
Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki
Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki
İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:
Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli
Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki
Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği
Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki
Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini
Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri
Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…
Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki
Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki
İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:
Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri
7 Nisan 2010 Çarşamba
Gerçek ve Doğru Her Zaman Aynı Olmayabilir
İlginç bir şekilde bugünlerde izlediğim dizi ya da filmlerde Türkiye yakın tarihinde önemli yere sahip iki olay, küçük bir şekilde işlenmekte. Konu içersinde küçük bir olay gibi gözüksede, konunun temelleri arasında olduğu anlaşılıyor. Tabi genel olarak eleştiriler direk olarak "Türk'ün Türk'ten başka dostu yok." şeklinde oluşmakta. Bu zaten olması gereken bir süreç.
İlk olarak gururla övündüğüm ve övündüğümüz kurtuluş savaşı işlendi "The Pacific" adlı dizide. "The Pacific" Tom Hanks ve Steven Spielberg'in ortak bir projesi olarak göze çarpıyor. Tom Hanks yapımcılığını, Spielberg ise yönetmenliğini yapıyor. Bu zaten bu diziyi izlemem için gayet makul bir sebep, ikinci sebebim ise her zaman merak duygusu oluşturduğu 2. dünya savaşı.
Dizinin 3. bölümünde Amerikan askerleri "Guadalcanal" adasında çok yoruldukları için dinlenmek üzere Avustralya'ya gönderiliyorlar. Tabi bir kahraman olarak karşılanıyor "Yankiler". Doğal olarak işin içine birkaç tutam aşk katılıyor. Askerlerden biri "Yunan" kıza aşık oluyor. Hatta ailesi ile tanışıyor. Bu tanışma esnasında kurtuluş savaşımıza değiniliyor. Bu aile eskiden "İzmir" sakiniymiş.Kurtuluş savaşı sonunda Türkler tarafından zorla evlerinden oldukları anlatılıyor. Önce Girne'ye kaçmışlar ordan da Avustralya...Bu konuda verilecek cevap direk olarak "siz Yunanlar sonradan gelip bizim yurdumuzu gasp ettiniz." oluyor. Ancak olayı o kadar basitleştiremeyiz. Sonuç olarak, bir savaş durumu söz konusu, ve ne yazık ki, bu dönemlerde hiç bir zaman kazananın ve kaybedenin olmamasıdır. Sonuç olarak, alt üst olan yaşamların anlatacak çok fazla hikayeleri olacaktır. Aynı durum Türkler'de de vardır doğal olarak.
İkinci olarak İstanbul Film Festivali'nde izlediğim "Suç Ordusu" filminde geçiyor. Fransız yapımı bir film, yine 2. dünya savaşında geçiyor ve bahsi geçen konu doğal olarak "Ermeni Meselesi". Film, Adıyaman doğumlu ve ailesi Türkler tarafından öldürülmüş, edebiyatçı Missak Manouchian'ın (Manukyan olarak okunuyor)savaş döneminde Almanlar'a ve onlar tarafından kilitlenmiş durumda olan Fransızlar'a karşı kominist mücadeleyi anlatıyor. Bu mücadelesine kominist Yahudiler'de katılıyor.
Ailesinin Türkler tarafından katledildiğini 3-4 kez dile getiriyor Missak. Bu sahnelerde salonda hafif hafif homurdanmalar yükseliyor. Bu konu çok hassas ve canlı bir konu olduğu için çok riksli. Yine savaş durumu, yine kazanan ve kaybeden, ve insanların o dönemlerden anlatacak çok hikayeleri var.
Anlatılan hikayelerde Ermeni ve Yunan iki aile ve bu iki ailenin başından geçen iki olay. İkisinde de Türkler'in iki ailenin hayatlarında büyük bir değişime neden olduklarından bahsediliyor. Bunların olup olmadığı konusuna girmeden, sonuçta bu filmlerin yazımında belli bir araştırma süreci geçmektedir. Bu bahsettiğim iki filmde gerçek hikayeler üzerinden kameraya alınmışlar.
Savaş anında insanlar ölmüşler, yerlerinden yurtlarından olmuşlar. Çok önemli bir sarsıntı yaşandığı aşikar. Tabi bu konuların, özellikle son bir kaç yıldır canlı tutulduğu için filmlerde bahsedilemesi gayet doğaldır. Bence burada asıl sorun konunun sadece Yunan ve Ermeniler'in tarafından işlenmiş olması. Doğrular ise anlatıcıların yorumuna süslenmiş olarak bize yansıyor. Bu yüzden anlatılanlara "Doğru" diyebiliyorum, "Gerçek" diyemiyorum. Türklerin gözünden bakılarak anlatılsa buda "Doğru" olacaktır. Çünkü "Gerçek" ve "Doğru" her zaman aynı olmayabilir. Gerçekler ise tarih araştırmalarında ve karşılıklı hoşgörü ile ortaya çıkacaktır. Şu an bilinen tek "Gerçek" ise, üst üste yaşanmış onca savaşın ardından hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığıdır.
İlk olarak gururla övündüğüm ve övündüğümüz kurtuluş savaşı işlendi "The Pacific" adlı dizide. "The Pacific" Tom Hanks ve Steven Spielberg'in ortak bir projesi olarak göze çarpıyor. Tom Hanks yapımcılığını, Spielberg ise yönetmenliğini yapıyor. Bu zaten bu diziyi izlemem için gayet makul bir sebep, ikinci sebebim ise her zaman merak duygusu oluşturduğu 2. dünya savaşı.
Dizinin 3. bölümünde Amerikan askerleri "Guadalcanal" adasında çok yoruldukları için dinlenmek üzere Avustralya'ya gönderiliyorlar. Tabi bir kahraman olarak karşılanıyor "Yankiler". Doğal olarak işin içine birkaç tutam aşk katılıyor. Askerlerden biri "Yunan" kıza aşık oluyor. Hatta ailesi ile tanışıyor. Bu tanışma esnasında kurtuluş savaşımıza değiniliyor. Bu aile eskiden "İzmir" sakiniymiş.Kurtuluş savaşı sonunda Türkler tarafından zorla evlerinden oldukları anlatılıyor. Önce Girne'ye kaçmışlar ordan da Avustralya...Bu konuda verilecek cevap direk olarak "siz Yunanlar sonradan gelip bizim yurdumuzu gasp ettiniz." oluyor. Ancak olayı o kadar basitleştiremeyiz. Sonuç olarak, bir savaş durumu söz konusu, ve ne yazık ki, bu dönemlerde hiç bir zaman kazananın ve kaybedenin olmamasıdır. Sonuç olarak, alt üst olan yaşamların anlatacak çok fazla hikayeleri olacaktır. Aynı durum Türkler'de de vardır doğal olarak.
İkinci olarak İstanbul Film Festivali'nde izlediğim "Suç Ordusu" filminde geçiyor. Fransız yapımı bir film, yine 2. dünya savaşında geçiyor ve bahsi geçen konu doğal olarak "Ermeni Meselesi". Film, Adıyaman doğumlu ve ailesi Türkler tarafından öldürülmüş, edebiyatçı Missak Manouchian'ın (Manukyan olarak okunuyor)savaş döneminde Almanlar'a ve onlar tarafından kilitlenmiş durumda olan Fransızlar'a karşı kominist mücadeleyi anlatıyor. Bu mücadelesine kominist Yahudiler'de katılıyor.
Ailesinin Türkler tarafından katledildiğini 3-4 kez dile getiriyor Missak. Bu sahnelerde salonda hafif hafif homurdanmalar yükseliyor. Bu konu çok hassas ve canlı bir konu olduğu için çok riksli. Yine savaş durumu, yine kazanan ve kaybeden, ve insanların o dönemlerden anlatacak çok hikayeleri var.
Anlatılan hikayelerde Ermeni ve Yunan iki aile ve bu iki ailenin başından geçen iki olay. İkisinde de Türkler'in iki ailenin hayatlarında büyük bir değişime neden olduklarından bahsediliyor. Bunların olup olmadığı konusuna girmeden, sonuçta bu filmlerin yazımında belli bir araştırma süreci geçmektedir. Bu bahsettiğim iki filmde gerçek hikayeler üzerinden kameraya alınmışlar.
Savaş anında insanlar ölmüşler, yerlerinden yurtlarından olmuşlar. Çok önemli bir sarsıntı yaşandığı aşikar. Tabi bu konuların, özellikle son bir kaç yıldır canlı tutulduğu için filmlerde bahsedilemesi gayet doğaldır. Bence burada asıl sorun konunun sadece Yunan ve Ermeniler'in tarafından işlenmiş olması. Doğrular ise anlatıcıların yorumuna süslenmiş olarak bize yansıyor. Bu yüzden anlatılanlara "Doğru" diyebiliyorum, "Gerçek" diyemiyorum. Türklerin gözünden bakılarak anlatılsa buda "Doğru" olacaktır. Çünkü "Gerçek" ve "Doğru" her zaman aynı olmayabilir. Gerçekler ise tarih araştırmalarında ve karşılıklı hoşgörü ile ortaya çıkacaktır. Şu an bilinen tek "Gerçek" ise, üst üste yaşanmış onca savaşın ardından hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığıdır.
5 Nisan 2010 Pazartesi
Gecelerime...
Gündüzleri gelmeyeceksen,
Girme artık rüya diye gecelerime.
Ne susmaktır bu ayrılık,
Ne de anlamsız yazılan kelimeler!
İsyanım benim kendime,
Seninse haberin yok bende.
Gündüzleri gelmeyeceksen,
Girme artık rüya diye gecelerime.
Susmuştu savaş boruları,
Unutuldu, aldı yerini sirenler.
Geçmekte ömür siren seslerinde,
Yok bir haber sonrakinden.
Gündüzleri gelmeyeceksen,
Girme artık rüya diye gecelerime...
Girme artık rüya diye gecelerime.
Ne susmaktır bu ayrılık,
Ne de anlamsız yazılan kelimeler!
İsyanım benim kendime,
Seninse haberin yok bende.
Gündüzleri gelmeyeceksen,
Girme artık rüya diye gecelerime.
Susmuştu savaş boruları,
Unutuldu, aldı yerini sirenler.
Geçmekte ömür siren seslerinde,
Yok bir haber sonrakinden.
Gündüzleri gelmeyeceksen,
Girme artık rüya diye gecelerime...
1 Nisan 2010 Perşembe
Ağaç Sakal'ın Şiiri [LOTR II]
Uyuyan yaprakların çatısı altında
Ve ağaçlar rüyalara daldığında
Ormanlık alanlar yeşil ve serinken
Ve rüzgar Batı'dayken
Bana geri dön...
Bana geri dön...
Ve ağaçlar rüyalara daldığında
Ormanlık alanlar yeşil ve serinken
Ve rüzgar Batı'dayken
Bana geri dön...
Bana geri dön...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)