26 Ekim 2011 Çarşamba

Zor Zamanlar (Dikkat Bu Yazı Ağırkaçabilir!)

Öncelikle yurdumuzun başı sağ olsun. Yaşananlar hakikaten ülkemiz adına çok üzücü. Önce doğuda ki sert mücadele, kanayan yaralar, sonra göçük altında daha kabuk bağlamadan tekrar kanayan yaralar. Hakikaten zor zamanlar yaşıyoruz.

Bu iki olay üst üste gelince tabi gözler pür dikkat güneydoğuya yöneldi. Tabi bu noktada "daha önce neredeydiniz?" demek çok kolay. Zaten herkes kendi hayat kargaşasında, ama sınıfta kaldığımız apaçık ortada. Hatta bana kalırsa, daha önce gittiğimiz sınıfları sil baştan tekrar okumamız gerek. İki tane canımı yakan konuya değinmek istiyorum. Bu konular belki ilerisi için ders niteliğinde olur da aynı sıkıntılar yaşanmaz...

Van için halk gerçekten seferber oldu. Bu çaba karşısında tüylerim diken diken oluyor. Gerçekten bu kadarını beklemiyordum. Ama atladığım bir nokta vardı, oda biz çok duygusalız. Bu duygusallık karşısında bazen çok güzel tepkiler verebiliyoruz. İşte ilk canımı yakan nokta burada başlıyor. "Duygusallığın, cehaletle buluştuğu nokta." Genelde bütün sorunlarımız bu noktada başlıyor. Depremin, o bölge için Allah'ın taktiri şeklinde yorumlanması ve o bölgede eşkıyalık yapanların bugün devlete sığınmalarına kızılması beni çok üzdü. Belki kızmak en doğal hakları insanların, ama bunun sırası şimdi değil! Zamanı geldiğinde de yıkıcı bir biçimde olmamalı. Böyle düşündüklerinde bilmiyorlar ki oradaki insanlar yine eşkıyalığı seçecektir. Çok canınız yanmadı mı bu kadar yıldır giden canlara? Hiç mi üzülmediniz oğlunu gömen babalara? Nasıl bir cehalete bürünmüşsünüz ki, yaşanan bu deprem karşısında savaş borazanları çalabiliyorsunuz. Nasıl bir insanlık terbiyesinden geçmişsiniz ki, yaşanan bu deprem karşısında geçmiş meseleleri ağlayan insanların yüzüne vuruyorsunuz. Düşene bir tekmede sizden memleketimin insanlarının yarısı. Diğer yarısı zaten elinden geleni yapmakta.

Halkımız gerçekten çok güzel destek sağlıyor Van'a. Ama bu noktada ikinci üzüldüğüm nokta başlıyor. Depremin üzerinden 3 gün geçti ve hala bölgede çadır problemi yaşanıyor. Bunun siyasi bir konu olmadığını  belirtmek isterim. Ama 3 gün geçmesine rağmen hala battaniye ve çadırın ulaşamadığı köylerin haberleri geliyor. Buna rağmen devlet baba; "çadırların yeterliliğinden" bahsediyor. 3 gün geçmiş olmasına rağmen, insanlar tuvalet sorunları, elektrik sorunları, yakınlarına ulaşamama sorunları yaşıyor. 3 gün geçmiş, ayağına giyecek çorap bulamayan depremzedeler var. Belki de binlerce çadır, battaniye, kıyafet, yiyecek buradan gönderiliyor. Ama sanırım o bölgede organizasyon yapıp, bu gönderileri organize edecek devlet erkanı bulunmamakta. Koskoca devlet nasıl oluyor da halkına muhtaç kalıyor! Daha önce yaşanılanlar hiç mi ders olmadı? Bunun için 12 yıldır vergi toplayan devlet, yine bir depremde nasıl bu kadar dillere düşecek duruma geliyor? O toplanan vergilerle bugün yeni bir ülke kurulur. 12 yıl! Ama bugün depremzedenin ayağına çorap giydiremiyoruz. Artık depremin can alma korkusu azaldı. Geride kalanların yaşamını düzeltmemiz lazım!

Devletimiz çok şanslıki, böyle bir halkı var. Umarım bundan sonra bu halkın kıymetini bilir. Tüm memleketin başı sağolsun...

22 Eylül 2011 Perşembe

Zaman Artık Bizim

Sustu saat tıkırtıları
Zaman artık senin.
Hükmederim ben umarsızca,
Gümüşten oklarımla zamana.
Ve artık zaman bizim,
Sunduk onu kötü dünyaya.
Ve artık güzelleşecek bu cihan,
Zaman artık bizim.
Güldü gözlerin sonsuza,
Zaman artık senin.
Tuttu ellerin evreni,
Üstelik sadece uzanmıştı ellerim.
Zaman artık bizim...

9 Ağustos 2011 Salı

Anlamam Irkımı


Anlayamadığım ırktaşlarım var. Hiç bir koşulda anlayamadığım...

Anlamam ırkımı; bacak görür, azar, elde edemem der, gider kızı döver...

Anlamam ırkımı; oruç tutar, kendini bir şey zanneder, oruç tutmayan kendinden zayıf birini görür, gider onu döver...

Anlamam ırkımı; şair siyasi bir fikir verir, gider ona sen şiir yazmana bak der, ilk gördüğü yerde onu döver...

Anlamam ırkımı; takım tutar, rakip takım taraftarına dalga geçmez, gider direk döver...

Anlamam ki ben ırkımı; ülkede sanat yok der, gider saçma sapan dizileri izler, ona inanır, dizide ölen karakterin cenaze namazını kıldırır...

Hiç anlayamadım ben ırkımı; izlediği diziye inanır, sevdiği karaktere bürünür, ters yapanı döver...

Anlamam ben ırkımı; yine de o saçma sapan dizileri izlemeye devam eder, sanatsal değeri yüksek bir şeyler çıkar o ekranda izlemez, yarıda bitittirir, izleyenlerin hevesini kursağında bıraktırır...

Anlamam ben ırkımı; aç kalır, en pahalı harcamaları yapar, uslanmaz daha da pahalı olmasını sağlattırır...

Anlamam ben ırkımı; bütün yanlışlıklara topluca bir tepki göstermez, 3 güne unutur, unutmayanı döver...

Anlamam ben ırkımı; işini iyi yapan diğer ırklardan birine saygı göstermez, kendi ezikliğini bastırır, gider onu döver...

Anlamam ki ben ırkımı; farklı düşünen kendi ırkından insanlara saygı göstermez, şehirlerine misafir olur, gider kaldıkları oteli yakar, ellerine geçirdiklerini döver...

Hiç anlaymadım ben ırkımı; bunları okusa, ne yapar eder beni bulur, gelir beni döver...

...

Anlayamam işte ırkımı, korkarım ben kendimi mi anlayamadım diye...

7 Ağustos 2011 Pazar

İncelikli Hayta [Küçük İskender]

savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
zaman ki sana hasta oldu
incelikli haytasın

nüksederken mahallenin maşallahı eyvallahı
güzelleş be oğlum.

şimdilik ölümüne kadar hayattasın
şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.

31 Mayıs 2011 Salı

Yine

Bir sözden ötelenmiş gecede,
Ne tutulmuş,
Ne yutulmuş,
Bir bardak su ile...
Dudaklar kup kuru,
Gözler kör,
Hatırlamaz ki tek bir hücre.
Bekletir köşede,
Kaldırım taşı üzerinde.
Kandırdı gece gündüzle.
Anlamaz ki geçmiş
Bekletir bilmeden,
Bir bebeğin tok haliyle.
Daha ne ister ki...

Çaldı günler sessizliği
Yollar aklında yine, yine...
Gülmek eylemsizliği
Uçamadı kanatlar yine, yine...
Susturdu göz yaşlarını
Çöl oldu gördükleri yine, yine...
Okuyup anlatamadığı
Uyku halinde yine, yine...
Sessiz ama gece
Durdu önünde kalp yine, yine...
Umursamaz gözlere
Umursamaz yine, yine
Çaldı gece sesleri
Kalır yarım yine, yine...
Daha ne eksik ki...
Kime ne...

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Çöl Kumları

Eksik hayatlarda çöl kumları
Kaçar gözlere ikindi vakti
Mitolojik havada göz yaşları
Hatırlatır evvel zamanı
Ağlatır umarsızca
Çöl kumları...

Çöl Kumları

Eksik hayatlarda çöl kumları
Kaçar gözlere ikindi vakti
Mitolojik havada göz yaşları
Hatırlatır evvel zamanı
Ağlatır umarsızca
Çöl kumları...

1 Mayıs 2011 Pazar

Her Yerde Kum Var (Mısır Güncesi - 1)



Mısır'da ilk iki günü geçirdik. Burası ilginç bir yer. Öncelikle Kahire'deyiz ve çok kalabalık. Dün cuma diye tatilmiş ve trafik yoktu ama bugün aynı durumu yaşıyacağımızı pek sanmıyorum. Burada evler, yollar çok kasvetli ve her şey sarı ve tonlarında. Adamlar kumdan ilham almış ve her yerde kum var. Nil nehri kenarları biraz yeşil ama kasvet devam ediyor. Birde nasıl bir yağ ile yemek yapıyorlarsa bütün şehirde garip bir koku var.

Çalışma yapacağımız yer 6th of october city diye geçiyor. Kahire ile arasında bir 30 km var. Mısır İsrail'e karşı zafer elde ettiği günün anısına adamlar şehir yapmışlar. Bu şehirde ondan fazla universite ve organize sanayi var. Ancak sonradan yapılmış olmasına rağmen sarı renkli binalar devam etmekte ve insanın içine sıkıntı veren bir şeyler var. Kahire'den buraya araba ile giderken solda, dönerken sağda piramitleri görebilirsiniz. Uzaktan ama... Uzaktanda olsa pramitler görmek heyecan verici. Heran bir yerlerde mitolojiyle karşılaşmak çok eğlenceli.

Burada trafiğin berbat olduğundan bahsedildiğini söylemiştim. Bugün onu gördüm gerçekten. Araba sürmeyi deli gibi seven ben, araba sürmekten korktum. Ama şoförümüz var ve bu durumdan hiç de şikayetçi değilim. Zaten eve geçtiğimizde trafik derdinden uzaklaşacağız. Zira ev ile fabrika arası 10 dakika.

İlginç bir durum ise, arabaların sağ arka tarafları hep vurulmuş ya da bir yerlere sürtülmüş durumda. Ve kimse bundan şikayetçi değil. Zaten 30 milyonluk bir şehirde böyle şeylerin olması normal. Ama yinede insanlar körlemeziye araba sürüyor burada. Ve bu korku verici bir durum.

Son dönemlerde yaşanan olaylar ülkeyi baya etkilemiş. Yeni yanmış binaları görmek mümkün. Duvarlarda hilal ile haç işaretinin iç içe geçtiği semboller var. Bunlar yaşanan devrimin işaretiymiş. İlk fırsatta onun da fotoğrafını çekerim.

Şimdilik durum böyle. Çarşambaya resmen yoğun tempolu çalışmaya başlarız burada. Fırsat buldukça yazmaya ve burada paylaşmaya devam edeceğim. Şimdilik bu kadar. Selametle:)

Her Yerde Kum Var (Mısır Güncesi - 1)

Mısır'da ilk iki günü geçirdik. Burası ilginç bir yer. Öncelikle Kahire'deyiz ve çok kalabalık. Dün cuma diye tatilmiş ve trafik yoktu ama bugün aynı durumu yaşıyacağımızı pek sanmıyorum. Burada evler, yollar çok kasfetli ve her şey sarı ve tonlarında. Adamlar kumdan ilham almış ve her yerde kum var. Nil nehri kenarları biraz yeşil ama kasfet devam ediyor. Birde nasıl bir yağ ile yemek yapıyorlarsa bütün şehirde garip bir koku var.

Çalışma yapacağımız yer 6th of october city diye geçiyor. Kahire ile arasında bir 30 km var. Mısır İsrail'e karşı zafer elde ettiği günün anısında adamlar şehir yapmışlar. Bu şehirde ondan fazla universite ve organize sanayi var. Ancak sonradan yapılmış olmasında rağmen sarı renkli binalar devam etmek de ve insanın içine sıkıntı veren bir şeyler var. Kahire'den buraya araba ile giderken solda dönerken sağda piramitleri görebilirsiniz. Uzaktan ama... Uzaktanda olsa pramitler görmek heyecan verici. Heran bir yerlerde mitolojiyle karşılaşmak çok eğlenceli.

Burada trafiğin berbat olduğundan bahsedildiğini söylemiştim. Bugün onu gördüm gerçekten. Araba sürmeyi deli gibi seven ben, araba sürmekten korktum. Ama şoförümüz var ve bu durumdan hiç de şikayetçi değilim. Zaten eve geçtiğimizde trafik derdinden uzaklaşacağız. Zira ev ile fabrika arası 10 dakika.

İlginç bir durum ise, arabaların sağ arka tarafları hep vurulmuş ya da bir yerlere sürtülmüş durumda. Ve kimse bundan şikayetçi değil. Zaten 30 milyonluk bir şehirde böyle şeylerin olması normal. Ama yinede insanlar körlemeziye araba sürüyor burada. Ve korku verici bir durum.

Son dönemlerde yaşanan olaylar ülkeyi baya etkilemiş. Yeni yanmış binaları görmek mümkün. Duvarlarda hilal ile haç işaretinin iç içe geçtiği semboller var. Bunlar yaşanan devrimin işaretiymiş. İlk fırsatta onun da fotoğrafını çekerim.

Şimdilik durum böyle. Çarşambaya resmen yoğun tempolu çalışmaya başlarız burada. Fırsat buldukça yazmaya ve burada paylaşmaya devam edeceğim. Şimdilik bu kadar. Selametle:)

25 Nisan 2011 Pazartesi

Empati (Çürüsün Simokinim)*

Küçük oğlanların arabaları,
Papyonlu şirin gömlekleri,
Çamurdan yapılmış evleri,
Bir de hayali prensesleri var.

Plastik patlak topları,
Kısa tırnaklı küçük elleri,
Jöle değmemiş saç telleri,
Bir de simokin hayalleri var.

Bataklıkta bir gül gibi,
Solup gitsin şirinliğim,
Neyleyim sensiz saadeti?
Çürüsün simokinim.

İster yas tut benim için,
Ben çoktan ölüp gitmişim.
Aşkımızın tabutunda,
Çürüsün simokinim.

Yıllar geçer, eller büyür.
Jölelenir saçlar, hayaller küçülür.
Bir kadın çıkar, kanatır gönlünü.
Ne prenses kalır, ne beyaz atı.
Çürüsün simokinim...
Çürüsün simokinim...

*Orjinaline saygı ile:

9 Nisan 2011 Cumartesi

Tren...

Her zaman kaçardı tren!
Belki de aksilikler bu yüzden.
Üstelik bütün saatler ayarlı.
Bilmezler, enstitüden onaylı.
Kaçmıştı yine tren!
Belki de aksilikler bu yüzden.
Bu rüzgar bizi götürür uzağa.
Uzaktaki şehrin uzağına.
Zaten kaçıp gitti tren!
Belki de aksilikler bu yüzden.
Uzundur bu geceler?
Anlamsız gelir uykular.
Sen durma kaç git tren!
Aksilikler değil senin yüzünden...

10 Mart 2011 Perşembe

Oyuncak Hikayesi

Gül her zaman
İçindeki çocuk çıksın karşına
Bilki böylece
Oyuncaklar gerçek olur

Süzer zaman
İçindeki çocuk terk ettiğinde
Unutmaki böylece
Hayal gerçeği güzelleştirir

Bu bir oyuncak hikayesi
Kalpler arasında oynanan
Bu hayalin en gerçeği
Sallanan Salıncakta...

Kanar zaman
İçindeki çocuk bilinmezken
Öğrenki böylece
Salıncaklar kalbine konar

Şaşar zaman
İçindeki çocuk yanındayken
Gör ki böylece
Farklı tatlı aynı oyun

Bu bir oyuncak hikayesi
Kalpler arasında oynanan
Bu hayalin en gerçeği
Sallanan Salıncakta...

8 Mart 2011 Salı

Kadınlarımız [Nazım Hikmet Ran]

Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru

2 Mart 2011 Çarşamba

Bildiri

Bir ülkenin internet deneyimi ve tarihinin sansürlerle anılması çok trajikomik bir durumdur. İnternetin özü olan birey haklarının ve bireysel özgürlüklerin kısıtlanması, sosyal medya dünyasının özüne tamamen aykırıdır.

Bizler; Türkiye’nin dört bir yanından profesyonel veya amatör olarak blog tutanlar, internette günlük yaşantılarını ve birikimlerini ve deneyimlerini diğer insanlarla paylaşma hevesiyle tutuşan herkes, gelişmeleri endişe içinde izlemekteyiz.

5846’nci no’lu kanunun esnekliğinden mütevellit, 1 Mart 2011 günü, Google’a ait olan ücretsiz blog servisi Blogspot, Digiturk grubunun açmış olduğu dava sebebiyle erişime kapatılmıştır. Süper Toto Süper Lig’in yayın haklarının sahibi olan Digiturk bu davada, korsan olarak LigTV yayını yapan kişilere karşı kendi haklarını savunmak amacıyla hukuki süreç başlatmıştır. Ancak ilgili kanun gereği yasaklamaların, sitelerin adresleri ve alt-domainleri üzerinden değil; IP adresleri üzerinden yapılması sebebiyle Blogspot’a ait birçok ilişkili IP aralığı erişime kapatılmıştır. Böylelikle de binlerce blogger’ın kişisel sitesi sansür kurbanı olmuştur. Bazı bloglara bazı anlarda girilmesinin sebebi ise aynı IP üzerinde birçok blogun yer alması ve aslında her IP’nin yasaklanmamış olmasıdır.

İlgili kanunun esnekliğini ve nelere yol açtığını geçmişte birçok kez görmüşken, devlet sansüründen dolayı binlerce site yasaklanıyorken, Digiturk ve Google’dan daha duyarlı davranmalarını beklemek tüm blogger’ların hakkıdır. YouTube’daki korsan maç yayınlarını kaldırmak için yapılan özel yetki anlaşmasının bir benzerinin de Blogspot için yapılması ihtimal dışı değildir. Bugüne dek Digiturk ve Google bu konuda masaya niçin oturmamışlardır? Google kendi kullanıcılarının hakkını neden savunmamaktadır? Digiturk böyle bir topyekün sansürün yaşanacağını bile bile neden hâlâ, tek amaçları düşüncelerini diğer insanlarla paylaşmak olan bloggerları mağdur etmektedir? Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasa koyucuları, vatandaşlarının ifade özgürlüğü hakkının gasp edilmesine neden hâlâ göz yummaktadır?

Kaldı ki bu korsan yayınları yapan kişiler, teknik bilgileri yüksek olduğundan bu yasaktan etkilenmemektedir. Tam tersine bu sansür, tek amacı blog tutmak olan internet kullanıcılarını etkilemektedir.

Digiturk, Google ve Türkiye Cumhuriyeti devletini artık bu sansür ayıbına karşı duyarlı olmaya, tüm sansür karşıtı internet kullanıcılarını bu harekete katılmaya ve tüm basın mensuplarını ifade özgürlüğüne destek vermeye davet ediyoruz.

Tüm Blogger’lar adına,

Bloguma Dokunma

http://facebook.com/blogumadokunma

http://blogumadokunma.tumblr.com

blogumadokunmailetisim@gmail.com

15 Ocak 2011 Cumartesi

Düşün ki Orman Bu [Asfalt Dünya]

vur artık! son ver bu sessizliğe...
göster bana kimsin sen?
saplanır mi pençendeki tırnaklar?
sen misin o kükreyince ürkülen?

yoksa hangi sakinisin bu yaban ormanın?
vur ve göster nesin sen?

çünkü bir orman bu, asfalt çimenleri