10 Aralık 2009 Perşembe

Yoktu bu eskiden...

Yaş küçüklüğünden midir bilinmez, yaşamın parıltısı bu kadar çok değildi. İnsanlık tarih boyunca loş bir ortamda yaşlanırken, şimdi aydınlığın içinde genç ölmekte. Sürükleyip götüren, o karanlık içerisindeki yazıtlar, bugün etraftaki görsel parıltıdan kendisine yer bulamıyor. Tam bu parıltının içinde kendini kapatıp dünyaya, karanlığı yanına aldığında azınlık bir grup, çoklar tarafından hor görülmektedir.

Bulmuştu karanlık yolları yine. Elinde, dükkan isminin parıltılı levhaya, renkli ve büyük puntolarla yazılmamış, camında asılı bulunan kitapçıdan aldığı yeni romanı ile, fazla göz önünde bulunmadan evine doğru tedirgin adımlarla yürüyordu. Tedirgindi, artık bir köşeden çıkan ani bir parlamayla bu sakin ve huzur dolu hayatından olabilirdi. Bir çok arkadaşını bu yüzden kaybetmişti, aynı böyle bir durumda.

Titrek adımları onu evine getirmesi ve bir mumluk ampulünü yakması bir olmuştu. Loş ışık altında aldığı yeni kitabını okumak için can atıyordu. Cam kenarında, sadece kitap okumak için oturduğu koltuğuna oturdu ve kitabın içinde betimlenmemiş bir karakterdi artık. Etrafında koca bir dünya, parıltılı sokaklarıyla hiç durmayacakmış gibi dönerken; o bütün bu kargaşadan uzakta, loş evinde kitapları ile mutlu bir yaşantı içerisindeydi.

Tabi haftada iki gün, çoğuları tarafından yok sayılan grubu ile buluşmaları saymazsak. Haftanın belli bir gününde yapılmazdı bu toplantılar. Çoklar sırf eğlenmek için bazen bu toplantıları basmakta ve sadece bir kişiyi renkli dünyalarına çekmekteydi. Bu duruma böyle bir çözüm getirmişlerdi. Katılımcıları ise kendi kurulları belirlerdi, oluşturdukları zincirleme ağ ile birbirlerine söylerlerdi. Kendisi de kuruldaydı ve bugün kuruldan çıktıktan sonra aldığı kitabına dalmıştı işte. Saatin guguklamasına kapatmıştı elindeki kitabı. Ne anlatacaktı yarın o toplantıda.
Okuduğu romanlardan, hikayelerden çıkarttığı anıları, ya da kendi yarattığı hikayeleri anlatırdı ve herkes seçtiği yolun ne kadar doğru olduğunu anlardı onu dinlediğinde. Kimisi sadece onu dinlemek için beklerdi toplantı gününü.
Kaçırdıklarında çok üzülürlerdi. Bu yüzden kullandıkları en parıltılı alet ile toplantının sesleri kaydedilip toplantıya gelemeyen katılımcılara dinletilirdi.

Kalktı koltuğundan, baktı camdan dışarı ve düşündü "öyle bir hikayem olmalı ki bu sefer bir daha üzerine hikayeler anlatılmasın, öyle bir hikaye anlatmalıyım ki parıltıdan gözleri kamaşsın herkesin." Oturdu masasına ve aldı kağıdı kalemi eline:

" Yoktu bu eskiden. Ben Mezopotamya'nın yalancısıyım. Bana gelmişlerdi ilk, böyle değildi gelenler. Bastıkları yeri severlerdi. Umut dağıtırlardı. Ben Mezopotamya'nın yalancısıyım, çiçek açardı bastıkları yerden. Yoktu bu eskiden. Ben Lidya'lıların yalancısıyım. Bulduklarında ilk o parayı, zulme harcamamışlardı varlıklarını. Birbirlerine yardıma bulmuşlardı onları. Yoktu bu eskiden. Ben Avrupa'nın yalancısıyım. Yıkmamışlardı ilk geldiklerinde dağları taşları. Ezmemişlerdi çiçekleri. Savaşmamışlardı birbirleriye yüzyıl. Bilememiştim ilk kıvılcımın bu olacağını o büyük parıltının. Daha da artmıştı zulüm. Ben Avrupa'nın yalancısıyım. Başladığında bunun birincisi olduğunu söylemediler. Çığlık seslerine kayıtsız bıraktırdılar. Peşinden ikincisi geldi. Çok ağladı o köşedekiler. Ben Hiroşima'nın yalancısıyım. Yoktu bu eskiden. Ben Anadolu'nun yalancısıyım. Umut doluydu gözler. Bakardı bana. Dayanamaz buğday başaklardım o uçsuz ovalara. Aşk kokardı nehirlerim. Bilemezdim o bakışların ardındakileri. Büyük darbelerle vuracaklarını. Unutacaklarını destanlarımı. Kan kokacağını nehirlerimi. Ben Anadolu'nun yalancısıyım. Yoktu bu eskiden. Ben Dünya'nın yalancısıyım. Sevmiştim o ilk halimi. Tenimdeki o maviyi. Beni de kandırdılar o parıltı ile. Rengimi değiştirmelerine izin verdim biz daha mavi yaparız seni diye. Ben Dünya'nın yalancısıyım. Okyanuslarımın artık rengi kırmızı Mars'ı kıskandıracak kadar. Dağlarımdaki kar artık gri, Ay'ı kıskandıracak kadar. Yoktu bu eskiden. Ben Hayat'ın yalancısıyım. Açın gözlerinizi, ben uyuyun diye vermedim kalbinizdeki ritmi. Yoktu bu eskiden. Ben bu var oluşun yalancısıyım..."

Günler sonra uykusundan bir gürültü ile uyanmıştı. Ses kendi sesiydi ve korkmuştu. Parıltının son ürünlerinden biri onun sesini çıkartıyordu. "Yoktu bu eskiden" diyordu alet. Evinin kapısının önü insan kaynıyor. Herkesin  elinde mum. Kapatmışlardı bütün ışıkları. Çıktı evinin balkonuna bağırdı hikayesinin son cümlelerini:

"Yoktu bu eskiden. Ben Hayat'ın yalancısıyım. Açın gözlerinizi, ben uyuyun diye vermedim kalbinizdeki ritmi. Yoktu bu eskiden. Ben var oluşun yalancısıyım..."